Web Site

http://www.gallerymercan.com/

Translate

Hakkımda

Fotoğrafım
antalya, Türkiye
BİYOGRAFİ: 1969 yılında Antalya' da doğdu. 2001-2005 Bandırma' da farklı hocalardan ders aldı. 2009-2013 yılları arasında Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümünden lisans eğitimi, 2014-2018 yılları arasında da Akdeniz üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsünden Yüksek Lisans eğitimi aldı. Yüksek lisans eğitimi süreci içerisinde bir tez projesi yürüttü ve iki akademik makalesi akademik dergilerde yayınlandı. Halen kendi atölyesinde kişisel çalışmalarını sürdürmekle birlikte, halk eğitim merkezlerinde yetişkinlere resim eğitimi vermektedir.

14 Temmuz 2021 Çarşamba

 
                                                Sanatın Serüveni
 
             Antropologlar ve tarihçiler, tarihi yazıyla başlatır. Sanat  ise insanın varoluşuyla başlar. Paleolitik dönemde o ilk elin boyaya batırılarak mağara duvarına dokunması belki de iç güdüsel olarak ilk sanatsal dürtünün dışavurumuydu. Tabi ki bu söylemimi  ilk çağ eserlerinin sanat olarak algılanıldığı bakış açısı üzerine temellendirerek ifade ediyorum. Sanatın tarih öncesi dönemde doğal olarak "sanatın ne"liği gibi bir  sorun-sallık olmadan büyü, mit inancı ya da   ritüel amaçlı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bununla birlikte, ilk olarak Yunan ve Roma döneminin ideal güzellik duygusunun estetik yansımaları  olarak karşımıza çıkmasıyla da sanat için  bir şey değişmemiş, top-lumun inancına bağlı mitsel düşüncenin anlatınsal ifadesi olarak kullanılmaya devam etmiştir. Ne sanatın, ne de sanatçının özgürlüğü, özerkliği söz konusuydu. Tek Tanrılı inancın gelişmesi ile de  bir şey değişmemiş, aksine sanatın en kontrol altında olduğu bir süreç başlamıştır. Taki 18. yüzyılın sonlarında başlayan "romantik döneme" kadar dinin sanat üzerindeki hükmü devam etmiştir.
 
                         
             
                                Resim 1:  1769 yılında, J. Watt buhar makinesinin patentini alır. İki yıl sonra, R.  Arkwright ilk                                                modern pamuk iplikhanesini açar. Bunlar Sanayi Devrimi’nin başlangıcının iki önemli  noktasıdır
 
            İlk Sanayi Devrimi (1750-1890) ile başlayan, ikinci Sanayi Devrimine (1896-1928) kadar süren "romantik dönem", sanatın bireyselleşmesine, özerkleşmesine  yol açan ilk sanat akımı olarak kabul edilmektedir. Romantizm akımı Kant’ın ünlü önermesi; “sanat yararsızdır ve çıkarsızdır”  üzerine temellenmiştir.  Kant bu söylemi ile sanatın, ahlakla ve bilimle (hakikatle) olan bağlarından koparmıştır. Çünkü bilim ve ahlak insanlığın yararına ve çıkarına çalışmaktadır. Dolayısıyla bu süreç, nihayet dinin ve yönetimin  baskısının kalktığı, sanatçının sanatında istediği konuyu seçme ve uygulama özgürlüğüne ulaşabildiği ilk dönem olarak sanat tarihinde yerini bulmuştur.
 
                             
                        
                
                                           Resim 2: Immanuel Kant (1724-1804)  
        
                   Başlangıçta romantizm, asillerin klasik sanat anlayışlarına, kaide ve ölçülerine, aristokrat                 biçime karşı gelişen bir küçük burjuvazi hareketiydi. Bu romantik asiler için ayrıcalıklı bir tema             yoktu, her şey sanata layık bir konuydu. Duygu ve duyumları önemsemek, doğal güzelliklere                 hayranlık duymak, düş gücüne, hayallere önem vermek, insanın ruhsal dünyasına eğilmek                       romantiklerin ilgisini çeken konular arasındaydı.
 
                                    
                           
                                    Resim 3Caspar David Friedrich (1774 - 1840)
                                                   "Sislerin Üstündeki Gezgin"
                                                    1818
                                                    99x75 cm. 
                                                   Tuval üzerine yağlıboya
 
 
         Romantizmi  başlangıçda devrimci niteliğinden dolayı toplumcu bakış açısının bir nevi hazırlayıcısı gibi görmek mümkündür. Ancak bu devrimci ve özgür ruh ile gelişen  konu özgürlüğü ve  özerklik meselesi çok uzun sürmemiş, daha farklı sorunları beraberinde getirmiştir. Sanatçı artık bir hamisi olmadığı için serbest bir pazar ile karşı karşıya kalmış, eserini satma sorunuyla yüzleşmek zorunda kalarak, bir rekabet ortamının içinde kendini bulmuştur. Bilindiği üzere her çağ kendi sistemini oluşturur. Bu süreçte de sanatçının imdadına  yeni bir pazar olarak feodalite yönetiminin dağılması ile ortaya çıkan burjuva sınıfı yetişmiştir. Ancak bu durum doğal olarak gelişmiş bir can simidi mi(?) yoksa burjuvazinin iyi düşünülmüş  stratejik hareketlerini  sanat ve sanatçı üzerinden yürütme politikası mıdır(?) bunlarda  sorgulanılması gereken başlıklar olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
          

  
                Resim 4: Karl Marks (1818-883)                                Resim 5: Friedrich Engels (1820-1895)
 
          Bilimi felsefesinin merkezine alarak, insan düşüncesini yanılgıya uğratan ve onu gerçeklikten uzaklaştıran bir takım dogma ve boş inanlara karşı çıkan Francis Bacon (1561-1626)'nın görüşlerinden hareketle sosyalizmin temellerini atan  Karl Marks (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895) ise  burjuva ideolojisinin sanatı bir araç olarak yıllarca kendi amaçları doğrultusunda kullandığını öne sürer. Ancak bunun yanı sıra sosyalist politikanın da toplumsal gerçekçi bakış açısıyla sanatı kendi ideolojisinde kullandığı da dikkat çekmektedir. 1930'larda,  Marks ve Engels'in sanatçının özgür olması gerektiği görüşlerine rağmen sosyalizm, toplumcu gerçekçiliği resmi bir akım olarak belirleyerek  siyasette sanatın gücünü ideolojilerinde kullanmaya başlamıştır.
           Sanat ve sanatçı özgürlüğü  serüvenine devam edersek sanayi devrimleri sonrasında başlayan modernizmin getirdiği özerkleşme sonrasında, karşısına yeni hamisi  "kapitalist düzen" çıkar. Kapitalist düzen  art arda gelişen endüstrileşme, küreselleşme, medyatikleşmenin etkisiyle katlanarak büyür. Bu konuyu   Fischer “sanat ve kapitalizm” yazısında kapitalizmin Kral Midas’ın el sürdüğü her şeyi altına çevirmesi gibi dokunduğu her şeyi mala çevirdiği şeklindeki benzetmesiyle ele alır;
 
               "Üretim ve üretkenliğin akla hayale gelmez bir biçimde artması, yeni düzenin dünyanın her yanına,                             insan hayatının bütün alanlarına yayılmasına yol açmıştır. Kapitalizm, eski dünyayı fırıl fırıl dönen bir                         molekül bulutu haline getirmiş, üretici ile tüketici arasındaki bütün bağları koparmış ve her türlü ürünü                       alıcısı ve satıcısı bilinmeyen bir pazara sürmüştür. Mal üretiminin her yana kol salması, iş bölümünün                         artması, işin kendisinin parçalanması ve ekonomik güçlerin belirsizliği, dolaysız insan ilişkilerini yok                         etmiş ve insanın toplumsal gerçek ile kendisine yabancılaşmasına yol açmıştır. Öyle bir âlemde sanat bir                     mal, sanatçı bir mal üreticisi olmuştur. Kişilerin patronluğunun yerini nasıl çalıştığı kolay kolay                                    anlaşılmayan serbest piyasa ve halk denilen kimliği bilinmeyen müşteriler almıştır"
 
           20. yüzyıl sonlarından itibaren küreselleşme sürecinin yoğun olarak yaşanması ile birlikte kültür ve sanatın kendisi bir tüketim ürünü, bir meta olarak piyasada görülmeye başlanmıştır. Şu ana kadar Batıda yaşanan toplumsal gelişmeler açısından değerlendirdiğim, sanatçının özgürlüğü ve sanatın özerkliği meselesi artık evrensel bir boyut kazanarak tüm dünya ülkelerinin de aynı sistemin  ağına düştüğü görülür. Bu durum, iletişim ve seyahatin çok daha kolay ve hızlı bir hale gelmesiyle birlikte durdurulamaz  doğal bir gelişme olarak karşımıza çıkar.

            Küreselleşme ile kültür ve sanatın meta gibi kullanılışı sanatın ekonomik sistemde başlı başına bir sektör, bir yatırım aracı, bir kültürel araç olmaya başlamıştır. Yeni düzenin oluşturduğu, küratörler, sanat danışmanları, galeri sahipleri, müze yöneticileri, koleksiyonerler, sanat kuruluşları ve sanatı kurumsallaştıran büyük şirketler, fuarlar, festivaller yeni sanat piyasası olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla sanat yönetiminde yer alan bu birimlerin (sanatın ve sanatçının özgürlüğünü kısıtlayıcı yeni hamileri olarak)  sanatın ne olduğu, nasıl yapılması gerektiği konusunda karar verici bir merci olarak piyasayı ellerinde tuttukları görülmektedir.
 
 
               Artık sanatta diğer tüketim malları gibi alınıp satılmakta, hatta özgürlüğüne ve özerkliğine sınırlar konularak yönlendirilmektedir. Çağdaş sanat kendini oluşturan yapısıyla, sanatçısıyla küresel sermayenin cazibe merkezi ve kültürel boyutta kullanacağı önemli bir araçtır ve hiçbir dönemde piyasayla bu kadar yakın olmamıştır. Sanat  adeta sanat yönetiminde yer alan birimler arasında kurgulanan bir gösteriye dönüşmüştür.

             Tüm bu değişimleri, sanatın ve sanatçının değişen konumu ve özerklik arayışları çağın düşünme pratikleri, üretim anlayışları ve değer anlayışları doğrultusunda paralel biçimde evrimleşen gelişmeler olarak algılamak gerekir. Sonuç da sanat ve sanatçı kendi çağının düşünsel ve edimsel pratiklerinin içinde var olmakta  ve zamanının kültürel değerlerinin göstergesini yansıtmaktadır.
Bir önceki "sanat ve siyaset" isimli girizgah yazım ve sanatçının özgürlüğü, sanatın özerkliğinin kısa geçmişini anlattığım "sanatın serüveni" başlıklı bu makalem, ulaşmak istediğim hedef konunun  temelini atmak için yazılmış yazılardır. Bir sonraki makalemin de; Türkiye'de sanat ve  özerklik  sanat ve siyaset, sanat ve piyasa nasıl gelişmiştir? 70'lerin sanat ruhunun kaynağı nedir? 80'lerde değişen neydi? soruların cevapları üzerinde gezinerek  Antalya'nın en ses getiren  sanat festivali konusuna erişen bir araştırma yazısı olacağının ip ucunu vermek isterim.
                                                                          
                                                             Ayşe Özmak Mercan
                                                            Ressam, Resim Eğitmeni, Araştırmacı Yazar
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
KAYNAKÇA
Ayşe Nahide YILMAZ Sanat ve  Siyaset İlişkisinin Dönüşümü, Art-e Sanat Dergisi, 2014
Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği, İmge yayınevi, 1990
                         https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/358019
Nihat FALAY, Sanat Ve İktisadi Yaşam Bağlantıları Üzerine Bir Deneme,   
Serpil YAYMAN ATASEVEN, Modernizmin Sanatsal Gelişimi, İdil Sanat Dergisi,2018
Soner AKPINAR, Toplum-Sanat Ve  İdeoloji  Üçgeninde Toplumcu Gerçekçi toplumcu Gerçekçi  Edebiyat ve Siyaset İlişkisine yaklaşım, Uluslararası Sosyal Arastırmalar Dergisi, Sayı: 30
https://www.e-skop.com/skopbulten/bienaller-ve-sanat-fuarlari/3137
https://www.mahfiegilmez.com/2018/08/aristokrasi-burjuvazi-isci-snf-ve-kucuk.html

 

29 Mayıs 2021 Cumartesi

Makale

                                                       Ayşe Özmak Mercan

                                                       Ressam, Resim Eğitmeni, Araştırmacı Yazar


           Coğrafya Kaderdir

          Sanatçı ve eseri; ressam ve resmi, heykeltraş ve heykeli, müzisyen ve bestesi vs. her zaman toplumun bir kesimi tarafından merak edilmiş ve gizemli bulunmuştur. Bu durumda da hemen hemen her sanatçının, her ressamın sıklıkla; karşılaştığı nasıl resim yapıyorsun, bu konular nereden geliyor aklına? olmuştur. Bu tür sorular ise bizlerin aklına, sanat felsefesi ve estetik alanının konularını getirmektedir; sanatta yaratma ve yaratıcılık duygulanımı, estetik ve yaratma edimi, esin...

         Sanat bireysel bir etkinliktir. Sanatçı yalnız düşünür yalnız üretir. Yaratma, yaratıcılık özneldir. Her sanatçının beslendiği, etkilendiği ya da kaygılandığı ve ifade etmek istediği duygulanımlar farklıdır. Dolayısıyla, sanatını da bu duygulanımların desteklediği ifade dili ile oluşturmak ister. Kimisi siyasi ve politik konulara, kimisi popüler kültüre, kimisi de dini veya ilmi görüşlere yakındır. Kimisi de tıpkı benim gibi, bireysel-toplumsal kendi kökenini merak eder ve geçmişini araştırarak kaybolmuş ya da yok olmaya yüz tutmuş gelenek ve göreneklerin, kültürün izlerini şimdi de arar ve çalışmalarında yaşatmaya çabalar.

          İlk kimin söylediği kesin bilinmemekle birlikte "coğrafya kaderdir" ifadesini çok doğru bulurum. İbn-i Haldun "Mukaddime" sin de bu sözü ima edercesine uzun uzun coğrafyanın topluma ve insana etkilerini anlatmıştır. Bununla birlikte bu sözü doğrudan ilk defa bir eserinde Ahmet Hamdi Tanpınar' ın kullandığı da biliyoruz. Bu ifadenin, içinde bulunduğumuz modern çağda fiziksel olmasa da kültürel bağlamda hala geçerliliğini koruduğunu düşünüyorum. Coğrafya kaderdir. Anadolu da bizim kaderimizdir. Anadolu kültürünün bir çok uygarlığın kesiştiği bir mozaikten oluştuğunu düşündüğümüz de, ne büyük bir mutluluk... Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı, Orta Asya Türk kültürü... Bu toplumda en eski uygarlıktan en yakın tarihlisine kadar her uygarlığın bir izi vardır. Dolayısıyla, tek tek hepimiz farkında olmadan bu uygarlıkların kültürlerinden etkilenmişizdir, yoğrulmuşuzdur. Bu düşünceyi pekiştireyim ve sağlam bir zeminde ilerleyeyim. Tarihçi Şerafettin Turan' dan bir alıntı yapayım.

          Orta Asya'dan getirilen öz, İslamiyet ile birlikte yeni bir görünüm kazanmayı sürdürürken Anadolu'da karşılaşılan eski kültürler bu değişmeyi genişletmiş, ona yeni boyutlar kazandırmıştır. Arkasından başlayan Haçlı Seferleri ile Avrupalılarla, batılılarla karşılaşılmış ve Rumeli'ye geçip imparatorluğu kurduktan sonra da onlarla yan yana, kimi kez de iç içe yaşanılmıştır. Giderek Batı, örnek alınarak girişilen düzenleme hareketleri, Batı kültürünün etkilerini daha da artırmış ve hızlandırmıştır. Bütün bu nedenlerle Türkiye Cumhuriyeti' nde bugün varlığını sürdüren Türkiye kültüründe dört köken, dörtlü bir bileşke söz konusudur: Özgün Türk kültürü (Orta Asya)-İslam kültürü (Arap, İran)-Anadolu yerli kültürleri- Batı (Avrupa) kültürü.

          Görüldüğü üzere Turan, Türk kültürünün çok katmanlı yapısının dörtlü bir bileşkeden yani; Özgün Türk kültürü (Orta Asya)-İslam kültürü (Arap, İran)-Anadolu yerli kültürleri-Batı (Avrupa) kültüründen oluştuğunu ifade etmiştir. Bu görüş üzerinden hareket edersek, üzerinde yaşadığımız bölge de -Teke bölgesi- Antalya' da, tarihi geçmişinde bu uygarlıklar ile yaşamış ve kültürel olarak bütün bileşkeler ile yoğrulmuştur. XII. yüzyıldan itibaren dönemin yönetim politikasının etkisi ile bu kültür bileşkelerinden biri olan Orta Asya kültürüne bağlı Yörük/Türkmen yaşam biçimi egemen olmuştur.

           “Yörük” kelimesi, yürümekten türeyen, iyi yol alan, çabuk yürüyen, geçimini hayvancılık yaparak sağlayan gibi farklı anlamlarda kullanılan bir kelimedir. Türkmen ile Yörük aynı anlamdadır. Aradaki fark, Türkmenlerin yerleşik düzene uyum sağlamış olmalarına rağmen, Yörüklerin Orta Asya konar-göçer yaşam tarzlarını değiştirmeden devam ettirmelerinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, Orta Asya kültürünün kutsal yer-su inancı, tabiat ve atalar kültlerinin Teke Yöresi Yörüklerinde benzer şekilde devam ettiği görülmektedir. Bu yöre insanının yaşam felsefesinde sürekli olarak kutsalla birlikte olma ve kutsalla uyumlu birlikte yaşama düşüncesi yatmaktadır. Teke Yöresi Yörükleri için, yaşanılan yer ve üzerindeki canlılar kutsallaştırılarak hürmet gösterilen bir mekandır. Dolayısıyla, Yörükler de çiftçilik ve hayvancılığın da yaşamlarını idame ettirdikleri bir uğraşı olmanın dışında kutsallaştırılarak, saygı ve hürmet gösterilerek yapıldığı görülmektedir. Yörüklerin, göçebe yaşamına uyum sağlayan küçükbaş hayvanların başında da keçi gelmektedir. Keçi, onlar için sadece etinden, sütünden faydalandıkları bir hayvan değildir. Onu ailenin bir ferdi gibi görürler ve önemserler. Hatta keçiye verilen önemi, obalarına Sarıkeçili, Karakeçili olarak adlandırmalarından anlayabiliriz.

           Türk mitolojisinde keçi/teke, oldukça saygın bir yere sahiptir. Olumsuz, kötü bir anlam yüklenmemiştir. Aksine Türklerde keçinin, güneşi, ışığı, aydınlığı, erişilmez yerlere erişilebilirliği, yüceliği, bilgeliği; bağımsızlığı, özgürlüğü; kararlılığı; çevikliği, sürati, yazı, bolluğu, bereketi, zenginliği; asaleti, cesareti ve hakimiyeti temsil ettiğine inanılmaktadır. Bunun dışında teke tasvirleri Türk kültüründe, geniş coğrafyayı birleştirici, ayrı ayrı toplumlarda bir milletin milli bilincinin ortak ürünü olarak da görülmektedir. Keçi imgesine yüklenen bu anlamlar yansımasını mühürlerde ve damgalarda da bulur.

Coğrafya kaderdir! Bu coğrafyanın insanı, bu coğrafyanın sanatçısı yaratma arayışında kendine-kökenine dönmeyi tercih ettiğinde Anadolu' nun kozmopolit yapısının arkaik imgelerinden esinlenmeyi tercih etmektedir. Bir kısım Çağdaş Türk Resim sanatçımızın da Orta Asya Türk kültürünün keçi imgesini sıklıkla eserlerinde konu malzemesi olarak kullandığını ve bu imge ile eserlerinin hem biçim hem de içerik olarak güçlendirmeyi tercih ettiklerini görmekteyiz. Bu sanatçılara örnek olarak Fikret Otyam, Mehmet Başbuğ, Akdoğan Topaçlıoğlu, Necati Seydi Ferahoğlu Mehmet Emin Erşan' ı verebiliriz.

            Fikret Otyam

            Fikret Otyam’ın resimlerinde ağırlıklı olarak kullandığı, halk sanatı ile bağlantılı motifler köylü kadın figürleri, çobanlar, küçükbaş hayvan sürüleri, doğa manzaraları, halk sanatı ürünleri, gelenek ve mitolojisine dair figür ve motiflerdir. Otyam’ın en çok işlediği konular genellikle, Anadolu’nun çeşitli yerleri, dağlar, kar altındaki köyler, kocaman bakan gözleri ile genç kadınlar, onların rengârenk kıyafet ve başlıkları, dağ keçileri, Harran Ovası’ dır. Zaman zaman doğaya Türk halk resmi geleneğine göndermelerde bulunmaktadır.

 

      Resim 1: Fikret Otyam, Harran’ dan, 20x25 cm, t.ü.y.b, 2001


            Mehmet Başbuğ

            Başbuğ, Anadolu kırsalını ele aldığı eserlerinde sıklıkla keçi figürleri yer almaktadır. Başbuğ’un resimlerin de keçi figürleri gerçekçi ve doğal görünüme sahiptir. Bununla birlikte arka planlar da soyut mekan algısı hakimdir. Bu dualitenin ise keçi imgelerinin vurgusunu ön plana çıkararak etkileyici bir bütünlük oluşturduğu görülmektedir. Bununla birlikte, Başbuğ’ un keçi tasvirlerinde boynuzlar güç, kuvvet, kudretin ve bağımsızlığın bir göstergesi olarak vurgulanmıştır.

 

      Resim 2: Keçiler, 150x200cm, t.ü.y.b, 2006


              Akdoğan Topaçlıoğlu
            Günümüz figüratif ressamlarından olan Akdoğan Topaçlıoğlu eserlerinde, bir çok
farklı figür ile anlık hareketli görüntülerin duygulanımlarını yansıtmaktadır. Yerel ve
geleneksel konulardan esinlendiği eserlerinde genellikle modern kentli kadın figürleri ile
keçiler, atlar, boğalar birlikte yer almaktadır.
             Topaçlıoğlu’ nun eserlerinde görülen keçi imgeleri anlık fırça vuruşları ile doğal
gerçekliklerinden soyutlanmıştır. Bir rüya ya da hayal dünyasında bulunma hissi veren
imgelerin formu şiirsel bir etki yaratmaktadır. Bununla birlikte son dönem çalışmalarında,
modern-kentli kadın figürleri ile keçi figürlerini birlikte kullanarak kent ve kırsal zıtlığını
vurguladığı görülmektedir. 

 

 

         Resim 3: Akdoğan Topaçlıoğlu, isimsiz, 60x 150 tüyb. 2008

        

          Necati Seydi Ferahoğlu 

          Ressam ve sanat eğitmeni olan Necati Seydi Ferahoğlu, Türk kültürünün mitolojik efsanelerinden esinlenerek, Anadolu’ nun köy görüntüleri kompozisyonlarının vaz geçilmez ögesi olarak kullandığı görülmektedir. Ferahoğlu’ nun eserlerinde keçi figürleri sıklıkla görülmektedir. Renkçi bir anlayışla ürettiği çalışmalarında sıcak ve soğuk renk armonilerinin dengesi üzerine kurulu kompozisyonlarında keçi figürleri kurgunun merkezinde yer almaktadır. Bu durumda keçi figürüne verilen önemin vurgusunu artırmaktadır.

 

     Resim 4: Necati Seydi Ferahoğlu, “İsimsiz”, 20x20 cm. tüab 2008


            Mehmet Emin Erşan

            Ressam ve sanat eğitmeni olan Mehmet Emin Erşan, doğa ve Türk kültüründen esinlenerek, Anadolu kültüründen imgelere eserlerinde sıklıkla yer vermektedir. Kompozisyonlarının vazgeçilmez ögelerinden biride keçi imgesidir. Renk ve biçim ağırlıklı olan çalışmalarında keçilerin hareketli kompozisyonlar içinde yer aldığı görülmektedir.

 

     Resim 5: Mehmet Emin Erşan, "Yayla" 70x70 cm. tüab.


  Kaynakça:

TURAN, Ş. Türk Kültür Tarihi. Ankara: Bilgi Yayınevi.

YILMAZ, E. (2017). Fikret Otyam'ın Resimlerinde Halk Sanatının Etkisi. Art-e Sanat Dergisi

ÖZSEZGİN, K. (1985). Milliyet Sanat

KILIÇ, E. (2013). Çağdaş Türk Resminde Geleneksel Etkileşim. Uluslararası Sosyal Dergisi

KOCA, S. K. (2010). Genel Hatları ile Kültür ve Sembol İlişkisi. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi

AKÇA, G. (2016). Yörüklerin Günlük Yaşantılarının Sanat Eserlerine Yansıması. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi